Serviste Bir Akşam

Yorucu bir işgünü daha sona ermişti. Servise biraz da geç kalmıştı Kamil o akşam. Hızlıca topladı eşyalarını, güneş gözlüğünü taktı. Bir proje nedeniyle bir de İspanyol konuğu vardı bu hafta.  Kamil ve bir kaç arkadaşı, Carmen'i de alıp Alsancak'a gideceklerdi. Maksat hem biraz iş yorgunluğunu atmak, hem de misafire şehri tanıtmaktı. Ülkeler arası bu ziyaretler kültürel farklılıkları tanımak için fırsat yaratıyor.

Servise yetişmesine yetişmişlerdi, ancak servis bir türlü hareket edemiyordu. Öznur abla her zamanki gibi yine gecikmişti servise. Çalışanlar bilir, sabahları da akşamları da servise geç kalanlar hep aynı kişilerdir. Bu kişilerin zaman planlaması ile ilgili bir problemleri olmalı, aksi halde hem sabahları hem de akşamları geç kalmaları başka nasıl açıklanır ki. Servisin içinde havaların da ısınmasının etkisiyle homurdanmalar artmaya başlamış ki Öznur abla güvenliğin kapısında göründü, böylece çıkış yapamamış son servis olan Alsancak servisi de, içinde misafiriyle birlikte kapıya yöneldi. 



Akşamları İzmir yönüne giderken hele bir de 5-10 dakika da geciktiyseniz trafik çekilmez bir hal alır. Kamil hem çok sıkılmıştı serviste hem de bunalmıştı. Canı bir şey istiyordu da tanımlayamıyordu bir türlü. Dondurma, evet dondurma istiyordu canı. Bir anda delicesine dondurma arzuladığını farketti ve yol üstündeki büyük tatlıcıyı düşündü. Sağa çek diye bağırdı servisin içinde, tatlıcının yanından geçerken. Servis şoförü de afalladı bir an, bir şey oldu sandı adamcağız. Durdu panikle, Kamil indi hızlı adımlarla, ardından servisteki tüm arkadaşları için dondurma alıp, döndü. Nasıl olsa yol bir türlü açılmıyordu, biraz da serinlesinlerdi , bu nedenle biraz daha geç gitselerdi Alsancak'a ne olurdu ki. Sonuçta tatlı mutluluk hormonu içeriyordu, herkesin yüzünde bir gülümseme belirdi. Çok hora geçmişti bu jest.

Zaten ağır ilerleyen araçlar bir süre sonra hiç ilerlemez oldu. Ne oldu ya diye düşündü Kamil. Carmen ise alışık olmadığı bu yolculuk hallerine hiç anlam veremiyordu. Yüzündeki şaşkınlık ifadesi güzelliğini daha da dikkat çekici hale getirmişti. Servisin bir kısmı zaten çoktan telefonlarına gömülmüşlerdi. Telefonla bu kadar zaman geçirmeye başladığımızdan beri, serviste geçirilen anlar daha kısa geliyordu biz beyaz yakalılara. Bir süre sonra sebebi anlaşıldı gidememenin. Tır devrilmişti önlerinde, bu yol uzun süre açılmazdı. Servisten inerek daha hızlı gideceklerini düşündüler beyaz yakalılar. Ana caddede inip yan yola girdiler, ancak yakınlarda bir yerleşim yeri görünmüyordu. Devrilen tırın yanından geçtiklerinde meraklı kalabalık toplanmaya başlamıştı bile kaza yapan aracın çevresinde. 

Kısa bir  süre sonra insanların koşun sesiyle irkilip geriye baktıklarında tır şoförü dahil herkesin koşarak kaçtığını gördüler. Yeterince uzaklaşmadıklarından onlar da koşmaya başladılar. Korkunç bir patlama sesi geldi devrilen tırın olduğu taraftan. Bir alev topu yükseldi göğe, neyse ki zarar görmeyecek kadar uzaklaşabilmişti herkes. Amaçları metroya ulaşmaktı. Yolda yaşlı bir amca ile karşılaştılar yürürken, metro yolunu sordular. Amca yürüyerek gidebilirsiniz diyerek kendince yolu tarif etti. Yol dediğime bakmayın, patika bir yolda arsaların içinde ilerliyorlardı ve internetleri çekmiyordu. Artık çevredeki insanlardan iyice uzaklaşmışlardı. Çevresinde bir yerleşim yeri görülmeyen tenha bölgede ilerlerken biraz da endişeli ve artık çok yorgundular. Carmen korkmaya başlamıştı, bilmediği bir ülkede bu yaşadıklarından. Berna onunla konuşup rahatlatıyordu kendi endişesini belli etmeden. 

Mahmut şirketin bilgisayar departmanında çalışıyordu. Kullandığı teknolojik cihazları övmeyi çok severdi, ilk defa arkadaşları Mahmut' un bu durumundan memnun oldular. Çünkü sadece onun telefonu sinyal çekmeye başlamıştı. Bu arada bir yerleşim yerine ulaştılar. Bir köy pazarının tam ortasına düşmüşlerdi. Carmen artık şaşıramıyordu bile meyve ve sebzelerin arasında. Berna' nın gözü bir an çok sevdiği eriğe takıldı. Aaa kilosu 4 TL yazıyor, iyi de görünüyor üstelik. Aynı boyutta erik onun semtindeki manavda 15 TL idi. Alsam diye düşündü bir an, sonra taşıyamayacağına ikna oldu. Pazardan çıktıklarında, yeni bir toprak yola girdiler. Yan asfalttan araçlar geçiyordu, yakınlarda bir de çimento fabrikası vardı, tozun içinde kalmışlardı. Yüzleri, üstleri başları toz içindeydi, nefes almakta zorlanıyorlardı. 

Mahmut' un cihazından navigasyon uygulamasını açıp , metro istasyonuna kalan mesafye baktıklarında düşüp bayılacaklarını hissettiler. Yürüyerek 54 dk diyordu, Mahmut bu böyle olmaz deyip, yan yoldan asfalta çıktı. Bir arabaya otostop çekti. Camları açık, arkasında koltukları olmayan bir işyeri aracı durdu. Yaşı büyük olduğu için Öznur ablayı öne oturttular. Hem onun yüzünden gecikmişler, hem de en konforlu yere o oturmuştu, Kamil buna biraz bozuldu. Asıl sürpriz mülteci gibi sığıştıkları arkada onları bekliyordu. Bu bir yemek firmasının arabasıydı. Arkada yemek yoktu ama, hem yağdan yerler kayganlaşmış, hem de ağır koku vardı içinde. Ayakta durma savaşı verdikleri dar alanda her frende birbirlerinin üzerine düşüyorlardı. Yine de en zor durumda olan onlar değildi işin doğrusu. İyiliksever araç şoförü, Öznur ablanın bitmeyen konuşmalarına maruz kalıyordu, Adama her yaşadıklarını en ince detayını bile atlamadan anlatan Öznur abla bir yandan da selfie çekmeyi başarıyordu. An itibariyle en neşeli olan Öznur ablaydı, Kamil iyice gıcık olmuştu bu duruma. Oysa ki bu akşam Carmen' e biraz hava atarım planındaydı. Kız epey güzeldi, bizim Kamil'in de ilgisini çekmeyi başarmıştı. Yemek arabasında, güneş gözlüğüyle o havasından hiç eser kalmamıştı. Carmen ise hayatı boyunca unutamayacağı bir kültür paylaşımının paydaşıydı.

Alsancak' a vardıklarında yemek kokuları üzerlerine sinmiş halde kahve mekanına attılar kendilerini. Bir kahve içmeden normale dönmeleri mümkün değildi. Beyaz yakalılar hiç alışık olmadıkları bu deneyimin ardından kahve ile rahatlayıp, uzun süre güldüler kendi hallerine.


Biraz da kurguladığım bu gerçek deneyimi benimle paylaşan arkadaşlarıma önce geçmiş olsun diyorum, ardından teşekkür ediyorum.

Yorumlar

Popüler Yayınlar